PAYLAŞ

Bir şehrin, bir veya birden fazla bölgesinin olası bir depreme karşı toprak zeminin ve üzerindeki yapının risk değerlendirmesi sonucu olası depremde yapıların yıkılması ve çevresindeki yapılara zarar vermesi durumu yaşanabilir. Kentsel dönüşüm de; bu durumda yaşanacak olası can ve mal kayıplarını önlemek, en aza indirmek amacıyla riskli yapıların ve zeminlerin yerine daha güvenli bir zemin ve yapılar inşa etmek üzere yapılan kamusal çalışmalardan biridir. Böyle bir sözlük tanımı yapılabilir kentsel dönüşüm için. Özellikle İstanbul’daki sürdürülebilirlikten uzak kentleşmelerin olduğu semtlerde yapılması gereken risk değerlendirmelerinin sonuçlarına göre kentsel dönüşümler bir ihtiyaç haline gelebiliyor. Ben bu yazımda kentsel dönüşüm kavramını mühendislik açısından değerlendirmektense doğru olmayan idari işleyişine ve ardından toplumsal sonuçlarına değineceğim.

 

2012 yılında mevcut hükümetinin depreme yönelik olarak hazırladığı 6306 sayılı “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun” ile birlikte “Kentsel Dönüşüm” kavramı ülke gündemimizde yer almaya başlamıştır. 1999 depreminden sonra-ki yapılan düzenlemeler kapsamında gerçekleşen bu kanun özellikle coğrafi yapısı ve zamanında gerçekleşmiş çarpık kentleşmeden dolayı İstanbul ve çevresini fazlasıyla ilgilendiriyordu. Tabi ki bu kanun, inşaat sektöründeki dalgalanmaların da önünü açabilecek düzeyde bir düzenlemeydi. Birçok inşaat firması kentsel dönüşümle beraber bölgenin huzurunu sağlayacak binaların yapımını üstlenecekti.

Yapılan risk değerlendirmeleri sonucu İstanbul’un 19 ayrı bölgesinde hâlâ kentsel dönüşüm devam etmekte. Bağcılar, Bayrampaşa, Beşiktaş, Beyoğlu, Esenler, Gaziosmanpaşa, Güngören, Küçükçekmece, Pendik, Sarıyer, Zeytinburnu, Sultangazi, Kartal, Kağıthane, Şişli, Maltepe, Üsküdar, Tuzla ve Kadıköy kentsel dönüşümün devam ettiği ilçeler. Çoğunda yapılan risk değerlendirmesi sonucu kanunda belirtilen “Riskli Yapı” ve “Risk Alanı” şeklinde iki ayrı tanımla bölgedeki dönüşüme gidecek yerler belirlenmiş. Bu arada bu terimlerin kanundaki tanımlarıyla ilgili bilgilendireyim sizleri. Riskli yapılar; 6306 sayılı kanuna göre ekonomik ömrünü tamamlamış, yıkılma ve ağır hasar görme riski taşıdığı teknik ve bilimsel verilere dayandırılarak tespit edilmiş yapılardır. Özellikle 2000 yılından önce yapılmış, yapımında hazır beton kullanılmamış, kolonlarından alı-nan karot örneğindeki beton dayanımı C10’dan az, herhangi bir katındaki kolon ve ki-rişlerinde çatlaklar bulunan binalar “riskli yapı” statüsüne sokulabilir. Benzer şekilde risk alanı; zemin yapısı veya üzerindeki yapılaşma sebebiyle can ve mal kaybı yaşanması riski taşıyan, Bakanlık veya İdare tarafından Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının görüşü de alınarak belirlenen ve Bakanlığın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca kararlaş-tırılan alandır. Bu duruma kadar herhangi bir sıkıntı görünmüyor hatta çok doğru bir kanun olduğu apaçık. Bu kapsamda değerlendirilen yerler arasında benim de metrobüsle yanından geçerken dikkat kesildiğim Kadıköy ilçesi adı altındaki Fikirtepe de var.

Fikirtepe’deki kentsel dönüşüm 2012 yılındaki çıkan kanun ile başlamış yılan hikayesine dönmüş bir proje. “Yuva yıkmak yerine, güvenli huzurlu yuvalar inşa etmeyi şu anda hedefliyoruz.” “Türkiye’nin ilk şehir planlı kentsel dönüşümü, yeni Fikirtepe’de inşa ediliyor.” “Asıl amacımız afetler karşısında can ve mal güvenliğini sağlayacak bir dönüşümü gerçekleştirmek.” sözleriyle başlayan bu kentsel dönüşüm ne kadar da doğru gibi görünüyor değil mi? Sözlerdeki doğruluk payı konusunda hepimizin hemfikir olduğunu düşünüyorum.

Bakalım verilen vaatler bu yılan hikâyesinde yerine getirilecek mi? Başlıyoruz. Fikirtepe’nin asıl sahipleri olan orada yaşayan insanlara kiralarını ödeme sözü vererek 1 ay içerisinde evlerini boşaltmalarını, kendilerine evlerini taşımaları için harcırah ve 6 aylık kira bedeli ödeyip kandırarak verdikleri sözleri tutmayıp kentsel dönüşümün yarım kaldığı bir yılan hikâyesiydi yaşanan. Mağdur bırakılan insanların başka yerlere taşınmak durumunda bırakılması, insanların adapte olamadığı için geri dönüp farelerle beraber yaşamak zorunda bırakılması da bu yılan hikâyesinin bir parçası. Yapı denetimdeki eksiklikler, 2016 yılından beri kiraların ödenmemesi, imzaların tamamlanmasına rağmen yıkımların bile bir türlü başlamaması, boşaltılan binaların yıllarca boş bırakılmasıyla farelerin cirit atması, metrekare fiyatlarının bu geçen 3-4 yıl içinde 5 bin 500 TL’den 8 bin TL mertebelerine gelmesi, tinercilerin ve diğer bağımlıların metruk binaları mesken tutması, bölgede yaşamaya devam eden insanların asayişinin sağlanamaması, toz toprağın insanların yaşam kalitesini düşürmesi, kentte yaşayanların %99,7’sinin normalin çok üzerinde partikül maddeye maruz kalması… (Kadıköy Belediyesi tarafından yaptırılan hava kalitesi ölçümleri sonucu 20 Temmuz 2017’de havadaki kirletici oranı 145,85 µg/m 3 . Kirlilik sınırı ise 70 µg/m 3 .)

Yazımın başında kentsel dönüşüm ile ilgili bir sözlük tanımı yapmıştım. “olası can ve mal kayıplarını önlemek, en aza indirmek amacıyla riskli yapıların ve zeminlerin yerine daha güvenli bir zemin ve yapılar inşa etmek üzere yapılan kamusal çalışmalardan biridir” can ve mal kayıplarını önlemek, güvenliği sağlamak asıl amaç. Tamamıyla olasılığı önlemek üzerine yapılan bu değişim, bu olasılığı gerçekleştirmekten başka bir şeye dönüşmüş değil. Biz inşaat mühendisleri, mühendislik etiği çerçevesinde neyin doğru neyin yanlış olduğuna karar verecek mercide insanlar olarak, işin idari kısmında bu tarz yanlışlara göz yumarsak başarılı bir mühendis olabilir miyiz? Bir sürü soru işareti. Benimki sadece küçük bir farkındalık, gerisi yine bizde…

                                                                       Behzat Gören

Teknik Boyut 2019

İnşaat Mühendisi Oğuz Atay’ı Anlamak

Estetikten Yoksun Yaşam Alanlarımız

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen isminizi buraya giriniz