PAYLAŞ

“Yüzyıllar yüzyılları izliyor ve yarım milyon tembel mıymıntı insan büyük bir uyuşukluk içinde pinekleyip duruyor.” GOGOL. Google’da Oblomov’u aradığımda karşıma çıkan ve değinmek istediğim konuya başlamama uygun bir söz. Öncelikle Oblomov kimdir ve oblomovluk nedir soruları üzerinde duralım. Rus yazar Ivan Gonçarov 1849’da yazdığı Oblomov isimli romanında çağımızın toplumsal hastalığı olacak olan oblomovluğu kitabın karakteri İlya İlyiç Oblomov ile bizlere tanıtıyor. Oblomovluğu tembellik olarak tanımlayabiliriz fakat tek bir kelime yetersiz kalır. Çünkü Oblomovluk resmen bir hastalıktır ve kitabın ana karakteri bu hastalığın pençesine tutulmuştur. Sınırsız bir hayal gücü ile kafasında kurduğu dünyası bir saat gibi işler ama planladığı ve düşlediği hayallerini hiçbir zaman gerçekleştiremez. Sürekli bir düşünme eylemi ve geleceği hakkında plan yapma döngüsü içerisinde günlerini bitirmektedir. Çalışmamaktan mutlu olmamasına, tembelliği sevmemesine rağmen; sorunların farkında olması ve çözümleri için sürekli düşünüp hayatını değiştirmek için planlar yapması fakat o planları uygulamaması oblomovluğun doğması ile sonuçlanmıştır. Her şeyin farkında olunmasına rağmen ilerlemek istememenin, ilerlemeyi gerçekleştirecek olayları sürekli ertelemenin getirdiği bir tükenmişlik hali veya bilinçli bir tembellik olarak tanımlamak daha doğru olacaktır. Sosyal yaşamdan kopuş, topluma uyum sağlayamama, bilinçli bir vazgeçiş ile kendini neredeyse ölmüş gibi hayattan, toplumdan soyutlamaktır Oblomovluk.

Oblomovluk mu Tembellik mi?

Günlük yaşamımızda oblomovluğa yakalanmış insanlar ile karşılaşmamız mümkündür, belki biz de oblomovluk hastalığına tutulmuş, kurtulmak için saatlerce düşünüp harekete geçmiyoruzdur. Dünyamızdaki oblomovlara baktığımızda onların tam bir tembellik ve miskinlik içinde olup dünyada meydana gelen her şeye karşı ilgisizce yaşamaya devam ettiklerini göreceğiz. İşte tam da burada asıl meseleye gelmiş oluyoruz. Dünyada olup biten olayları ve karşılaşabileceğimiz sorunları toplumsal, kültürel ve ekolojik olarak ayırabiliriz. Bu sorunlar toplumun her kesiminde görülebilmesi ve bireye özgü olmadığı için eğer üzerimize düşeni yapmazsak bir zincirin halkaları gibi tüm insanlığı etkileyecektir. Her bireyin yaşam alanını paylaştığı bireylere karşı sorumluluğu vardır. Sorunların farkında olabilmek için gündemin takip edilmesi ve yaşanan olaylarla ilişki kurulması toplumumuza ve yaşam alanımıza olan duyarlılığımızı artırdığı gibi bizi uyuşukluk, tembellik ve de oblomovluktan kurtarıp problemlerin çözülmesi için düşünmek ve düşündüklerimizi gerçekleştirmek adına yol almamızı sağlayacaktır.

Toplumsal, kültürel ve ekolojik sorunlar sürekli değişken bir yapıya sahip olmalarından dolayı hiçbir zaman tamamen çözülememektedirler. Yaşamın ve teknolojinin dinamik yapısı da sorunların sürekli bir döngü ile devam edip bitmemesine yol açmaktadır. Okullarda verilen eğitimler ile öğrencilerin değişen sorunlara karşı tepki verebilmesi, toplumun beklentilerini karşılayabilmesi ve kültürel alışverişte bir köprü olması kaçınılmaz bir durumdur. Öğrenciler, çağın getirdiği yeniliklere kolayca uyum sağlayarak toplumun kalkınması ve devam etmesi adına önemli bir rol sahibi iken üniversiteler de toplumdan kopuk olmayan, topluma liderlik ve rehberlik yapabilecek yetkinliğe, özgüvene sahip bireyler yetiştirmek sorumluluğuna tabiidir. Böylece öğrenciler dünyada meydana gelen değişimlere kolayca uyum sağlayabilir, onları benimseyebilir ve topluma aktarımındaki sorumluluğunu yerine getirebilir. Peki, öğrenciler bu desteği ve enerjiyi ve nereden bulacaktır?

Gençlerle Başbaşa

Bu sorunun cevabının sadece tarihe bakıp bu görevi başarmış olan kimselerin hayatlarından ip uçlarını yakalamak olduğunu düşünüyorum. Veyahut Ali Fuat Başgil’in Gençlerle Başbaşa isimli kitabını okumayı tavsiye ediyorum. Kitabının arka kapağında sözler ile kitabın amacına değinilmiştir: “Sevgili gençler: Aynı yollardan geçmiş, sizin gibi aynı güçlükler le karşılaşmış, onları yenmek için çok çalışmış ve sonunda başarıya, ulaşmış bir hocanızın tecrübelerini size bildirmek istiyoruz. Gençlerimizin birçoğunun usanıp, cesaretinin kırılıp ruhi perişanlığa düşmesinin biri ve belki başlıcası yol göstericiden mahrum oluşlarıdır. Geleceğin ümidi olan siz gençleri, bunalımdan, iradesiz ve cesaretsiz yaşamaktan kurtaracak olan bu kitap muvaffak olmanın sırrını göstermektedir. Tembellik, kötü arkadaş, zararlı ve çeşitli telkinlerden koruyarak ahlaklı ve metotlu çalışmayı öğreten bu küçük eser size en güzel rehber, en iyi dost olacaktır.”

Kitabına başlarken eklediği şu iki söz ile aslında yukarıdaki sorumuzun cevabını net bir şekilde vermiştir: “Çalış, genç arkadaşım çalış! Namerde muhtaç olmak, ölmekten beterdir. Gençliğini eğlenmekle geçiren, ihtiyarlığını ağlamakla geçirir.” Sözlerinden anlaşıldığı üzere çalışmak bizim için oblomovluktan kurtulup muvaffak olma yolunda en önemli çizgi ayrımıdır.
Yazımı Ord. Prof. Dr. Ali Fuat Başgil’in kitabından aldığım bir paragraf ile bitirmek istiyorum: “Her işin ve mesleğin kendi bünyesine mahsus çalışma ve işleme usul ve kuralları vardır. Bunları meslek sahipleri bilir. Bir de, bedeni ve fikri her çeşit iş ve çalışma hayatının ve başarılı olmanın bazı genel ve gerçekçi kuralları vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:

  1. Çalışma için müsait gün ve saat bekleme. Bil ki, her gün ve her saat çalışmanın en müsait zamanıdır.
  2. Çalışmak için yer ve köşe arama. Bil ki, her yer ve her köşe çalışmanın en müsait yeridir.
  3. Bir günde ve bir zamanda yapman lazım gelen bir vazifeyi ertesi güne bırakma. Zira her günün derdi gibi işi de kendine yeter.
  4. Bir zamanda yalnız tek bir iş yap, yalnız bir ders bir kitap, hatta bir fasıl üzerine çalış. Ta ki dikkatin ve kuvvetin yayılıp zayıflamasın.
  5. Başladığın bir işi (bir dersi, bir kitabı, bir vazifeyi) yapıp bitirmeden başka bir işe başlama. Yarıda kalan iş, başlanmamış demektir.
  6. Bir günün işini bitirdikten sonra ertesi günü ne iş yapacağına karar ver. Yahut hiç olmazsa, çalışmaya başlamadan evvel, hangi iş (ders, kitap) üzerinde çalışacağını düşünüp kararlaştır ve çalışmaya bu kararla otur.
  7. Bir işi başlamadan, bir dersi öğrenmeye veya bir kitabı okumaya oturmadan evvel düşün ve çalışman için lazım olan şeyleri yanında elinin altında bulundur. Ta ki ikide bir kalem, kağıt aramaya kalkıp da dikkatin dağılmasın zaman kaybı olmasın.
  8. Çalışmaya oturduğun zaman tıpkı ateş hattında düşmanı gözetleyen bir asker gibi uyanık ol ve dikkat kesil ve bütün ruhi ve bedeni kuvvetinle kendini işe ver.
  9. Bir işe başlamadan evvel o işi en kısa zamanda, en kolay ve en temiz surette nasıl yapmak, nasıl öğrenip etüt etmek mümkün olduğunu iyice düşünüp hesapla.
  10. Bir iş üzerinde yorulursan dinlenmek için işini değiştir ve çalışmanın hızını yavaşlat. Fakat dinlenme bahanesiyle asla boş oturma. Boş oturanın işi işlenmeyen demir gibi pas tutar.
  11. Verimli çalışmayı sakın iş üzerinde geçirdiğin zamanla ölçüp de eh bugün şu kadar saat çalıştım, yetişir deme. Çalışmanın neticesine ve öğrendiğine bak.
  12. Fikri çalışmanın herkesin mizacına göre değişen, verimli ve aziz saatleri vardır. Bunlar bazı kimseler için de öğleden önce, sonra veya gece saatleridir. Kendini yokla ve senin aziz saatlerin hangileri ise, bunları hiçbir eğlenceye ve boş şeylere feda edip kaçırma.
  13. Gece yatağına uzandığın zaman, o gün ne yaptığını ve yarın ne yapacağını kendine sormadan uyuma.

 

-Furkan Tarım

 

Eğer yazımızı beğendiyseniz ve bunun gibi deneme yazıları görmek istiyorsanız sitemiz alt başlıklarından “Bizce” alt başlığına da göz atabilirsiniz.

BİR CEVAP BIRAK

Lütfen yorumunuzu giriniz
Lütfen isminizi buraya giriniz